31 Aralık 2010

Hala...

"Oysa insanın kendinden bile sıkılabileceğini bilmiyordum henüz."  


İki Yeşil Su Samuru -Ç. 10/07/1996


Yeni yılın kutlu olsun Aze...

Yedinci Lanet

Uğruna öldürdüğüm gözlerimin
Elinden olsun ölümün
Sonsuzluğun lanetine uğra
Öldükten sonra bile kapanmasın gözlerin
Umutsuzluğun karanlık çukurunda
Ölümün karanlığıyla gör dünyayı
En kanlı vahşetten
En ince zulme varana dek
Şahidi olmadığın hiçbir eza kalmasın
Irağındaki felaketler bile
Ayan olsun gözlerinin önünde
Hayallerinse göremediklerinin kahini olsun.
Unutma hiçbir şeyi
Her şeyi şimdi gibi hatırla
Hafızanın kudreti bedbahtlığın olsun
Geleceği gör, felaketi sez
Gözlerindeki kehanet mutsuzluğun olsun
Çıplak yara gibi kal
Hiçbir acıya alışma
Hiçbir zulmu kanıksama
Her şeyi tekrar ve tekrar gör yeniden
Görmek cehennemin olsun...



M.Mungan "Geyikler ve Lanetler" 


Yeni yılın kutlu olsun Aze...

30 Aralık 2010

Körlük...

Tüm duyuların kör olması...
Görmek, işitmek, koklamak ve tatmak'tan bahsettik.Hepsinin algıyla ilgili olduğundan, eski kayıtların yanına diğerlerini koymaya çalışan, aynısından bulamadığında benzeridir diyen, son algının mutlaka ilk algı ile kendini iliştirmeye çalıştığından bahsettik.Görmenin bakmak olmadığından, işitmenin duymak olmadığından bir duyumuzun yok olduğunda diğerlerinin onun yerine geçerek algıları tamamlamaya çalıştığından bahsetmeye çalıştık...Merak edilen; bir duyunuz duyarsızlaştığında, işlevi gereği gördüklerinin, hiçbirine veya çoğunluğuna bakmamaya başladığında yada  alıştığında diğerleri de duyarsızlaşıyor mu yoksa diğer organ daha mı çok duyarlı olmaya başlıyor.Değil. Eğer var olan duyunuz-hiç olmadığından çok farklı olarak- artık işlevini gereğince yerine getirmemeye başladığında, beyin  o organdan gelen algıları almak istemediğinde-kayıtlanmak istenen yere kayıtlanmama isteği sürekli duyulduğunda ve bu beyne iletildiğinde-bunu bilinçli veya biliçsiz yaptığında bence diğer duyular da benzer şekilde körleşmeye başlıyor...Savunma stratejisi istenmeyen algıdan kaynaklı duyulan acının organizma tarafından algılanmaması için gerektiğinde diğer  duyu organlarını da körleştirir...Baştan bu şekilde ifade edilmemiş gibi görünse de burada asl olan duyu organının varlığı değil, organizmanın onu algılayıp, isteyip istemediğidir fark yaratan...
Eğer siz her gün çığlık duyuyorsanız ve bu çığlıklar ile ilgili artık hiçbir kayıtlama yapmak istemiyorsanız artık çığlığı duymazsınız çığluğa neden olan görüntüleri de daha az bakarsınız ve daha az görürsünüz gibi diğer duyu organları da körleşmeye başlar. Böylelikle bence "körlük" te duyu organlarımızdan biri haline gelmeye başlamıştır.Körlük beyne " algısızlık " algısını göndermeye başlar.
Yanlış bir tanımlamadır, yoktur böyle bir şey , nereden biliyorsunuz demeye hiç gerek yok, körlük insanlığın varlığına ,  Nietzsche'nin de bahsettiği  "bengi dönüş"e katkı yapmakta bence...Bu anlamda belki var olmalıdır...Yoksa öyle şeylere bakıyor ki insanlık görerek yaşaması mümkün değil.Öyle şeyler işitebiliyor ki körlük duyusu ile ancak "duymamazlıktan" gelebilir.
Bazı insanlar körlük duyusunu benimseyebilir, diğerlerinin yanında yaşatabilir bazıları uzun süre kabullenmeyebilir sonra "normale" döner, bazıları hiç kabullenmeyebilir ki bu tür insanları toplum içinde göremeyiz onlar "dışarıdadır"  bazıları ise körlüğü başlatan duyu ile savaşına devam eder...Onu iyileştirdiğinde diğerlerinin de iyileşebileceğini düşünür ama algıyı değiştirmek yerleştirmekten çok daha zordur belki de mümkün değildir.Algı körlüğü duyularımız içinde önemlidir bence ama sonuncusu değildir...Dokunmak bir duyu organıdır...

09 Aralık 2010

Tatmak...

Tatmak da diğer duyular gibi beynin alıcısı konumunda bir araç. Aldıklarını beyne iletiyor.Tabi ki tüm duyu organlarımızın işlevi insan vücuduna dışarıdan gelen etkilerin beyne iletilmesi elbet.Temel yaşamsal ihtiyaçlarımızdan doymak ile de direkt bağıntılı.Tat almak dediğimizde aklımıza daha çok güzel ile istenmeyen tadı ayırt etmek gelse de  ; alında yaşımızın, ruhsal durumumuzun ve  zaman zaman farklı nedenlerle organizmanın ihtiyaç duyması ile bazı gıdaların algılanmasıdır asıl işlevi. Örneğin ; emzirme döneminde kadınların sulu gıdalara ihtiyaç duyması, ergenlik dönemlerinde enerji ihtiyacını destekleyen besinlere daha fazla ihtiyaç duyulması, kalsiyum, tuz, protein ihtiyacı gibi durumlarda gıdalar dil yardımıyla algılanmış olur. Bu durumda baz gıdaları yemememizin nedeni de organizmanın kendisine zarar verecek gıdaları algılıyor olmasından ve reddediyor olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun yanından insanın kültürel gelişimlerinden ve coğrafi faktörler gibi nedenlerle de gıda algıları ve seçimleri vardır elbet. En basiti ile; karadenizlilerin turşuyu pişirerek yemeleri, soğuk ve yağmurlu iklimlerinde insanların ihtiyacı olurken aynı turşuyu akdenizlilerin aynı yöntemle yemeleri beklenemezdi.Onlar soğuk yerler hele kahvaltıda asla yemezler...Burada kafamı karıştıran şeylerden biri ; neden sigara gibi maddelere karşı beyin şiddetli bir reddedişte değil.Beynin aldığı haz duygusu uyaranı  ile organizmanın kendisine zarar verilebileceği uyaranı arasındaki savaşı "haz" mı kazanıyor o zaman ? Öyleyse organizmanın sağlıklı hareketinden çok beynin haz uyaranı daha önemli kalıyor. Bu açıdan bakıldığında şu doğrulanıyor ki ; organizmanın bazı durumlarda infilak etmesi gerekirken, beynin devam ettirdiği umut, inanç ya da çeşitli adrenalin duyguları  gibi haz ya da acı gibi nedenlerle organizma ayakta kalabiliyor, sanırım sigaranın da nedeni bu...
Genel olarak dört ana tat algımız vardır : tatlı, acı, ekşi, tuzlu. Acı tat daha geç algılanır, dilin gerisindedir ama çok güçlüdür bu da zehirli bitkilerin algılanmasını kolaylaştırıyor. Güçleri oranında ; tıpkı  görmek işitmek gibi tat duygusunun da algısı çok hızlıdır, tıpkı diğer duyu organlarımızda olduğu gibi tat cisimciği tat sinirleri aracılığı ile beyinde o tadın karşılığını bulur.Eğer karşılığı yok ise, elma yediğimizde daha önce hiç elma yememişsek, neye benzetirsek onun tadı gibi deriz ve onun yanına koyarız yeni tadı.
Duyu organlarımıza baktığımızda  "gerçeklik" kavramının ne kadar "bizimle" ilgili olduğunu görebiliyoruz.
Tat alma diğer duyu organlarına göre koklamak ile çok daha yakın ilişkidedir.Özellikle soğuk algınlığı dönemlerinde "ağzımızın tadı yok" sadece nefes yollarımızın tıkalı olmasından kaynaklı gıdaların kokusunu yeterince alamadığımızdan dolayısıyla da tatlarını tam olarak algılayamamamızdan kaynaklanmaktadır. Her şey beyinde başlayıp beyinde bitiyor, duyu organlarımızda sadece aracıları aslında.Tadını çok beğenmemiz dilimizden kaynaklanmıyor, beyinde eşleştirdiğimiz etki ile bağıntılı. Kendimizi kimi zaman güzel kimi zaman çirkin görmemiz görmemizle hiç ilgisi yok beynimizdeki yerimiz ile ilişkili. İşittiğimiz çığlığın sevinçten veya acıdan olup olmaması ayırt etmemizdeki hızımızdan değil beyinde ona karşılık verdiğimiz öncelik algısından kaynaklanıyor, başka bir deyişle hızımız önceliğimiz oluyor...

04 Aralık 2010

Rüya...

Rüya mı gerçek, gerçek dediğimiz gerçeklik mi gerçek sorusunun sanat dallarında özellikle de sinemada neden bu kadar çok sorgulandığını dün gece bir kez daha anladım; Dün gece öyle mutlu oldum ki rüyamda, uzun zamandır kendimi bu kadar huzurlu ve mutlu hissettiğimi hatırlamıyorum neredeyse..."Birini" aradım konuştum, konuştum, konuştum...Dinledi, dinledi, dinledi...Çok az şey söyledi, üzülmelerime çok üzüldü, yorum yapmadı ama dinledi.Ben suskunluğundan mutlu oldum...Kapattığımda telefonu öyle iyi  hissediyordum ki...Uyandığımda "rüyaymış" demek istemedim...Bu yüzden hala neden bulunduğum mekan "gerçeklik" olsun ki demekten alamıyorum kendimi ?...
Sonra bir gece, evden sokağın başına gitmek o kadar uzun o kadar uzun sürdü ki rüyamda, gitmedim, yoldan geri döndüm, sonra yine gitmem gerekti zor olduğunu bildiğimden gidemem dedim, gidemiyorum dedim...Çok şiddetli bir rüzgara karşı yürümek gibiydi, kumlu bir deniz üzerinde, su diz seviyesinde, dalgalara karşı yürümek gibiydi, hep önündeki ipi ite ite yürümek gibiydi...Uyandığımda "rüyaymış" demek güzeldi...
Gerçeklik dediğimiz zamanda bazı mekanlardan, olaylardan, anlardan bir anda uyanmayı istemiş olmayı düşüneceğim anları düşününce ne kadar çok geliyor aklıma ! En zorlandığımız anda birden dönsek rüyamıza, dün gece kaldığımız yerden değil de, en son mutlu olduğumuz yerden devam etsek mesela...Yok öyle bir şey sanırım ! Bence birinden birini seçiyor insanlar ve hangisini seçiyorsa o tarafın mutlulukları ve mutsuzlukları ile yada daha genel , net ifade ile zıtlıkları ile yaşamak zorunda kalıyor...Birini seçmek zorundayız yani !...Buna benzer laflar ve olabilirlikler, sorgulamalar ve güzel tanımlamalar  "Inception"  filminde de vardı, ama filmi anlamadığımdan, ikinci defa izlemeyi beklediğimden henüz bir şey söyleyemiyorum hakkında.Bu gerçeklik ve rüya tercihi  "Barda" filminden bir sözü hatırlatıyor bana şimdi :"Bizim bulunduğumuz yerde olan her şey, bizim yüzümüzdendir! Anladınız mı lan?"...